Elle tutulmaz bu…
Gözle görülmez, kokusu olmadığı için kokmaz da.
Parmakla gösteremezsin, “işte böyle böyle bir şey bu” diyemezsin.
Kelimeler bir yere kadar yardım eder.
Şarkılar da ancak duyguyu kabartır, okyanusun Aralık ayında coşan dalgaları kabarttığı gibi ve hepsi bu.
Dalga kıyıya patladığı gibi, ufukta yeni bir dalga kabarır.
Coştukça hızlanır, kıyıya yaklaşır ve sonra yine kıyıya bırakır bütün gücünü…
İncelir, söner, kaybolur.
Burada oturan bedenimdir sadece. Yarından genç, dünden bir nebze daha yaş almış… Etim, kemiğim, yorgunluğum burada. Ama gönül öyle mi? Gönlün yaşı yoktur, takvimi yoktur, saati yoktur. Onun işletim sistemi maddeden bağımsızdır; zamana uğramaz, eskimez, gecikmez. Bir anda çocuk olur, bir anda ihtiyar. Aynı anda hem en kırılgan hâlidir insanın hem de en dirençli.
Sarhoş gibi hissediyorum bazen. Kalbim öylesine sessiz bir kırgınlığın içinde nefes alıp veriyor ki… Sanki sesimi onun içinden alıp uzak bir yere bırakmışım. Kalbime merhametle sarılmak istiyorum; kimse dokunmasın, kimse acele etmesin diye. Çünkü duygum ağrıyor. Duygunun ağrıyabildiğini bilmez insan; ta ki kendi içinde, en kuytu yerde sızlamaya başlayana kadar.
Azarlanmış, istenmemiş, dışlanmış bir çocuğun, evin en karanlık köşesine saklanıp hıçkırıklarını yutmaya çalışması gibi… Ne tam sessiz, ne tam duyulur. Başarısız bir saklanma bu; hem görünmek ister, hem görünmekten korkar. Gönül çocuklara benzer işte. Onlar birçok şeyi sezgileriyle anlar ama adını koyamazlar. Gönül ise adını koyar… ama dile getiremez.
Zarif bir acı çekme biçimi vardır onun. Masum değildir belki, ama kirli de değildir. Sessiz, ince, kimseyi suçlamayan bir yerden sızar. Büyütmez kendini, taşır. Kimseye yük olmaz; yük olmayı bile içine atar.
Bunları ben kırk altı yaşımda yazıyorum. Ellerim, parmaklarım, parmak uçlarım tam kırk altı yaşında. Onlar da sessiz kalabilenlerden… Gönlüm gibi. Susmayı öğrendiler. Güçlü görünmeyi, belli etmemeyi, dağılıp toparlanmayı öğrendiler.
Ama sen…
Parmak uçlarımı bile susturdun.
Artık dokunsam da hissetmiyor gibi, yazsam da eksik kalıyor gibi. Kelimeler yola çıkıyor benden ama sanki sana varmıyor. Belki de bazı suskunluklar, sesin bittiği yerde değil, anlamın başladığı yerde durur. Bilmiyorum.
Daha nasıl anlatılır,ben de bilmiyorum.


2 Comments
Blogunuzu okurken kelimelerin arasında kayboldum. Satırlar size ait olsa da, o satırlar benim içimde yankılandı. “Parmak uçlarım bile susturdun” ifadesi öylesine güçlüydü ki, sanki benim de susturulmuş parmak uçlarım vardı ama bu yazı sayesinde ses çıkardı.
YanıtlaSilDuygularınız, suskunluğun yükü ve bu yükün vermeye çalıştığı yaralar hepsi o sayfadan bana ulaştı.
Yazınız sadece bir duygu dökümü değil. Aynı zamanda bir çağrıydı: “Susma çünkü susunca ağırlaşırsın.” Özellikle öyle anlar vardır ki, insanın istemese bile kelimeler boğazında düğümlenir, parmak uçları titrer ama klavyeye dokunmak zor gelir.
Sizin bu yazıdaki cesaretiniz o sesi ortaya çıkarmak. Hem sizin hem de sessiz kalan başkalarının içindeki duygulara bir kapı aralamış oldu.
Kalbin sesi duyulmaz ama ulaşır,hücreler arasından görünmez bir enerji ile çok uzaklara veya çok derinlerde durana bile..çok kıymetli bir yorum bu ve gerçekten de yazımı daha da canlandırdı ve yoğunlaştırdı diyebilirim..minnetle.
Sil